Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”

Öne çıkan

Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?

Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?

10 Aralık 2024 Salı

Sûfîler Haktan Sapmıştır

 

Şüphesiz sahabe ve Tabiin dönemlerinde zühd, vera ve ibadet ile meşhur olan kimseler vardı. Bunlardan sonra zühd, vera, ibadet gibi hasletleri devam ettiren, yün (Suf) giyinmeye verdikleri önemden dolayı “Sûfîler” denilen kimseler çıktı. Zühd ve ibadet yolunu tutan kimseler de artık, onlara nisbet ile “Sufiler” diye anılır oldular. Fakat bu ismin bir ekol haline gelmesi, “Tasavvuf” adı altında, İslam dışı unsurların da din’denmiş gibi görünmesine sebep olmuştur.

 

Tasavvufun ilk dönemlerinde ilimden yüz çevirme, Hulul, ittihat, vahdet-i vucud, Rafızîlik, Batınîlik, birden fazla anlama çekilebilen ıstılahların kullanımı gibi unsurlar bazı sufilerde görülmeye başlandı. Sonraları çeşitli anlayış ihtilaflarından dolayı tarikatler zuhur etti. Bu dönemlerde önceki sufilerde rastlanılmayan şu tehlikeli bidatler çıktı;

 

Şeyhlere ölü gibi teslim olma şartı, Şeyhleri masum görme, Musiki ve raks ederek zikretmeyi caiz sayma, Müridleri kendilerine bağlamak için tılsımlar ile keramet elde etmeyi caiz sayma[1], Yalnız Allah’tan istenebilecek manevi yardımı velilerden isteyerek istiğase yapma, Kabirlerin türbeleştirilip ziyaretgâh edinilmesi, Mürşidin her an kendisini gördüğünü düşünerek onu rabıta etmek[2], Allah Rasulünün ve sahabelerin yapmadığı bir takım zikir usulleriyle halkalar kurarak toplu halde yüksek sesle zikir yapmak, Bidatlerin güzelinin de olduğunu iddia etmek, Uyanık iken Rasulullah ile görüşme iddiaları, Kur’an ve Sünnetin nefis tezkiyesinde yetersiz olduğunu iddia etme v.b.[3]

 

Her ne kadar Ebu Talib el-Mekkî, Kuşeyrî, Gazalî, Serrac, Sühreverdî gibi ilimle meşgul olan ve tasavvuf esasları hakkında eser yazan sufiler, birçok bidatlerden sakındırıp, selef yolundan sapılmaması ve keşifler ile ilhamlara Kitap ve Sünnet’e uygunluk oranında itibar etmek gerektiğine dikkat çekseler de, kendileri de bazı bidatlere kapı açmaktan kurtulamamışlar, ne Rasulullah’ın, ne de sahabe ve tabiin’in bahsetmediği şeylerden bahsetmişler, Batınî yorumlara girişmişlerdir.

Mesela Ebu Talib el-Mekkî şöyle diyor; “Şatahat ehlinden bir sufiye gidersiniz, böyle bir sufi, yolunu kaybetmiş, hatalar içinde biri olduğu için sizi Kitap ve sünnetin ötesine taşır. O bu iki kaynağı önemsemez ve söylediği sözlerle imamların görüşlerine muhalefet eder. Sadece zanna, vesveseye dayanarak konuşmakta, hakkı batıl göstermektedir. Kevni ve mekânı ortadan kaldırarak ilmi ve ahkâmı tamamen devreden çıkarır. Kaideleri çiğneyip atar. Bunlar ucu bucağı olmayan bir çölde yollarını kaybetmiş ve hiçbir delile dayanmayan kimselerdir. Bu zavallılar rehber olamayacağı gibi delilden yoksun görüşleri de geçersizdir.”[4]

 

İmam Şatıbî el-İtisam’da sufilerin hatalarını sayarak der ki;

 

a. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yalan ihtiva eden ve zayıf hadislere güvenmeleri... Zayıf hadislerin ise Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından söylendiğine dair zan galip değildir. Dolayısıyla bunlara bir hüküm isnad etmeye imkân yoktur. Durum böyle olunca ya yalan oldukları bilinen hadisler hakkında ne denilir?[5]

 

b. Maksatlarına uymayan sahih hadisleri reddederek bunların akla muhalif olduğunu ileri sürerler. Kabir azabını, sıratı, mizanı, ahirette Allah’ın görülmesini ve benzeri hususları inkâr edenler gibi bunların akla aykırı olduğunu ileri sürerler.[6]

 

c. Allah’tan ve Rasûlünden gelenlerin kendisi vasıtasıyla anlaşılabildiği arapça ilmini bilmemekle birlikte, arapça olan Kur’an ve sünnet hakkında söz söyleme cesaretini göstererek, şeriatı geride bırakıp, ilimde derinleşmiş olan kimselere muhalefet etmeleri.

 

d. Apaçık usulü bırakıp saparak, akılların çeşitli tavırlar takındığı müteşabihata tabi olmaya yönelmeleri.[7]

 

e. Mutlaklara kayıt getiren hükümleri tetkik etmeden, mutlak ifadeleri alıp kabul etmek. Tahsis edici buyrukları var mıdır, yok mudur düşünmeden umumi buyrukları anmak. Aynı şekilde bunun aksini de yaptıkları olur. Mesela nass mukayyed ise mutlak alınır yahut has ise başka herhangi bir delil olmadan mücerred görüş ile umumi kabul edilir.[8]

 

f. Delilleri kullanılacakları yerlerden uzaklaştırarak tahrif etmek. Mesela delil herhangi bir menata dair varid olmuş iken bir başka menata yönlendirilerek her iki menatın aynı olduğu vehmini vermekle delilleri tahrife kalkışmak. Bu ise sözleri yerlerinden kaydırmak suretiyle yapılan gizli tahriflerdendir. Bundan Allah’a sığınırız. Büyük bir ihtimalle İslamı kabul ettiğini ifade etmekle birlikte, sözlerin yerlerinden tahrif edilmesini kötüleyen bir kimse, bu işe ancak karşı karşıya kaldığı bir şüphe ya da kendisini haktan alıkoyacak bir cehaletten dolayı girişmiştir. Bununla birlikte o kimse için, delilin gerçek yerinde kullanılmasını engelleyecek bir hevâsının bulunması da söz konusu olur. Bu sebeple böyle bir kimse bid’atçi olur.[9]

 

g. Şeyhlerini tazimde çok ileri derecede giderek sonunda onları hak etmedikleri seviyeye ulaştırmaları. Onların aşırıya gitmeyip, orta hallileri; ‘Allah’ın filan kimseden daha büyük hiçbir velisinin olmadığı’nı iddia eder. Bazen velayet kapısını bu sözü eden kişi dışında diğer ümmetin yüzüne kapatırlar. Bu ise katıksız bir batıldır...[10] Orta halli mutedil olanları ise şeyhinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e eşit olduğunu ileri sürer, ancak ona vahiy gelmediğini ifade eder.’[11]

 

Zühd ve ibadet ile meşhur olmuş pek çok kimsenin hadis rivayeti konusunda dikkatsiz oldukları bilinmektedir. İmam Suyuti şunları nakleder;

 

“Zahid olarak tanınan Meysere b. Abdirabbih vefat ettiği gün, cenazesine katılabilmek için Bağdat çarşıları tamamen kapanmıştır. Böyle bir zahid olmasına rağmen Meysere, hadis uydurmakla itham edilmiştir. Vefat edeceği sırada; “Rabbinden ümit var ol” dedikleri zaman “Nasıl olmam ki, Ali radıyallahu anh’ın fazileti hakkında yetmiş hadis uydurdum” diye cevap vermiştir.[12]

 

Suyuti’nin verdiği daha başka bilgilere göre Ebu Davud en-Nehai geceleri ibadet etmesi, gündüzleri oruç tutmasıyla şöhret bulan bir zattı. Buna rağmen hadis uydururdu.

Ebu Bişr Ahmed b. Muhammed el-Fakih el-Mervezi, zamanında sünneti en çok müdafaa eden, muhaliflere karşı amansız mücadele veren biriydi. Böyleyken hadis uydurmaktan çekinmezdi. Yine Vehb b. Hafs Salihlerden bir zat idi. Yirmi sene hiç kimseyle konuşmadan durmasına rağmen, hadis uydurmaktan da geri durmazdı.[13]

 

Sufilerin münker hadisler nakletmelerinin sebebi, ibadetle meşguliyetlerinin, onları rivayet ilimlerinden alıkoymasıdır. Şeyhulislam İbn Teymiye rahimehullah der ki; “Abidlerin çoğu hadisleri ve isnadlarını ezberleyememiş, hadislerin isnadında ve metinlerinde çokça hatalar yapmışlardır. Bunun için Yahya b. Said; “Hadis konusunda salihlerden yalancısını görmedik” der. Yani çok hata ettiklerini anlatmak ister. Eyyub es-Sahtiyani rahimehullah der ki; “Kendisinden bereket umduğum ve seher vaktinde bana dua etmesini istediğim bir komşum var. Bununla beraber o, bir bakla tanesi hakkında şahitlik etse, onun şahitliğini kabul etmem.”

 

Ebu Said İbnul-A’rabî, kendi asrındaki tasavvuf ehlinin bid’atlere meylettiğini gördüğünden, sonrakilerin çıkardığı; fena, mahv, sahv, sekr gibi terimlere tepki göstererek şöyle demiştir: “Bunlar hayal ve vesveseden başka bir şey değildir. Bu ibareleri Tabiîn’den ne bir sadık, ne bir zahid ne de bir imam ağızlarına almamış, onların talebeleri de bunları kullanmamışlardır… La havle ve la kuvvete illa billah… Tasavvuf, sülûk, seyr ve muhabbet ancak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından gelen; Allah’tan razı olmak, takva, Allah yolunda cihad, Şeriatın edepleriyle edeplenmek, Kur’an'ı tertîl ile ve manasını düşünerek okumak, namazı huşu ile kılmak, yerine göre oruç tutmak ve bazen tutmamak, iyilik yapmak için gayret sarf etmek, başkasını kendine tercih etmek, bilmeyene öğretmek ve müminlere alçak gönüllü olup, kâfirlere karşı izzetli olmak gibi şeylerdir. Allah dilediğini sıratı mustakîme iletir.”[14]

 

Aslında Ebu Said İbnu’l-A’rabi’nin bu izahında anlatılan şeyler, İslam’ın ta kendisidir ve ona “Tasavvuf” ismini vermek bile gereksizdir. Delilsiz olarak herhangi bir ıstılahın kullanılmasına şiddetle karşı çıkarken kendisinin, “Tasavvuf” kelimesinin kullanımına da karşı çıkması gerekirdi. Zira bu kelime de Tabiin asrından sonra ortaya çıkmış ve maalesef bu isim, İslam dışı unsurların İslam’a sokulmasında bir maske olmuştur.

Saîd b. Amr el-Berzaî şöyle demiştir: “Ebû Zur’a’ya Hâris el-Muhâsibî ve kitaplarının sorulduğuna ve onun şöyle cevap verdiğine şahit oldum: “Bu kitaplardan sakının. Bu kitaplar bid’at ve sapıklık kitaplarıdır. Sana rivayetleri tavsiye ederim. Zira onlarda seni o kitaplara muhtaç bırakmayacak şeyler bulacaksın.” Ona: “Bu kitaplarda da ibret vardır” denilince şöyle dedi: “Allah Azze ve Celle’nin kitabında kendisine ibret bulunmayan kimse için bu kitaplarda ibret bulunması söz konusu değildir. Malik b. Enes, Sufyân es-Sevrî, el-Evzâî ve önceki imamların; kalbe gelen düşünceler, vesveseler ve bu gibi şeyler hakkında kitaplar tasnif ettikleri size ulaştı mı? Onlar, ilim ehline muhalefet eden bir topluluktur. Bazen bize el-Hâris el-Muhâsibî ile bazen Abdurrahim ed-Dubeylî ile bazen Hâtim b. El-Asam ile bazen de Şakîk ile gelirler.” Sonra şöyle dedi: “İnsanlar bid’atler konusunda ne kadar da hızlılar!”[15]

Suveyd şöyle dedi: Abdurrahman b. Mehdî’nin, Sufiler’den bahsedilince şöyle dediğini işittim: “Onlarla oturmayın. Kelamcılarla da oturmayın.”[16]

 

İshak b. Davud b. Subayh şöyle demiştir: Abdurrahman b. Mehdî’ye dedim ki “Ey Ebu Said! Beldemizde şu sufilerden bir topluluk var.” Dedi ki: “Onlara yaklaşma. Zira onlardan bir topluluk gördük, bazılarını deli ettiler, bazılarını da zındık yaptılar.”[17]

Said b. Nasr’dan: “Sufyan b. Uyeyne’ye dedim ki: “Ey Ebu Muhammed! Yanımızda kıldan elbiseler giyen bir topluluk var. Azık almadan hac yapıyorlar ve azık taşıyanın mümin olmadığını iddia ediyorlar.” Dedi ki: “Yalan söylüyorlar. Onlar sünnetin düşmanlarıdır. Onlarla oturmayın ve konuşmayın.”[18]

 

İmam Şafii şöyle demiştir: “Akıllı bir kimse tasavvufa girse, öğlen olmadan ahmak olur çıkar”[19] Yine İmam Şafii şöyle der: “Tasavvuf tembellik üzerine kuruludur.”[20]

 

İbnu’l-Mubarek şöyle demiştir: “Sufilerden akıl sahibi hiç kimse görmedik.”[21]

 

Sufiler, veliler konusunda aşırılık yapar, onların fayda ve zarar verdiklerini, kâinatta tasarrufta bulunduklarını iddia ederler. Vahdeti vücuda (varlığın birliğine) ve böylece her şeyin rab olduğuna inanırlar.

 

Muhammed el-Bulkini, Ahmed eş-Şernubî’nin dilinden yazdığını belirttiği Kitabu’l-Guyubî Fî Tabakati’ş-Şernubî (Dört Kutubun Gizemli Dünyaları adıyla tercüme edilmiştir) adlı kitabında şöyle diyor: “Bir gün Ahmed eş-Şernubi’ye şöyle sordum:… Ey efendim! Bana güç sahibi dört seyyidin (Ahmed er-Rifai, Ahmed el-Bedevi, Abdulkadir el-Geylani ve İbrahim ed-Dusuki’yi kastediyor) kerametlerini bildir. Başkaları değil de, neden yeryüzünü sırf bunlar paylaştılar? Dedi ki: “Onların kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak ben sana birkaç tanesini anlatayım…[22]

 

“Biz Kabe-i müşerrefenin üzerinde iken İbrahim ed-Dusuki bana şöyle anlattı:… “Bizim kerametlerimizden biri; biz ecelini bilmeden bir müminin eceli gelmez. Ne gece, ne gündüz hiç kimse ölmez ki, onun ruhu bana gelmesin. Geldiğinde dilersem onun ruhunu tekrar bedenine gönderirim. Ama eceli gelmişse ruhunu eceliyle birleştiririm, o zaman ölür. Bizim kerametlerimizden bir diğeri: Rabbim benim konuşmama ve “Ben Allah’ım” dememe izin verdi. Bana: “Sen aldırma, “ben Allah’ım” de” hitabında bulundu. Bir diğer kerametimiz: “Dünyanın günü dolup da İsrafil Sur’a üfleyeceği zaman, ben izin vermeden ona üfleyemeyecek. Bir diğer kerametimiz: Annemi bakire olduğu kızlık döneminde ben himaye ettim…”[23]

 

Adı geçen eserde buna benzer küfür içeren birçok saçmalık zikrettikten sonra diğer peygamberlerin çözemediği sırları çözdüğüne dair küfür dolu iddialar ed-Dusuki’ye nispet edilmektedir. Tasavvuf ve menkıbe kitapları bunun gibi Rububiyet, ulûhiyet ve isim-sıfat tevhidine aykırı birçok ifadeler içermektedir. Burada maksadımız, sufilerin rububiyet konusunda nasıl bir şirk itikadı içinde olduklarına dair örnek vermektir.

 

Âlimler tasavvufu red konusunda çok çabalar göstermişler, bu yüzden eziyetlere uğramışlardır. Bunlardan birisi de bizzat tasavvuf kültürü içerisinde yetişen İmam Suyutîdir. O, sufilerin şeyhliğine tayin edildikten sonra, zamanında Sufilerin birçok yanlışlarına uyarıda bulunmuştur. Onların dergâhlarda çalışmadan yaşadıklarını, farz ibadetleri yerine getirmediklerini ve tasavvuf ahlakı diye bilinen esaslara uymadıklarını görmüştür. Bu yüzden onlara nasihatlerde bulunmuştur.[24] Lakin sufiler intikam almak için Suyuti’ye saldırmışlar, neredeyse öldürecek hale gelmişler, onu fasıklıkla suçlamışlardır.[25] Bu olay hicri 903 yılı Cemadiyelahira ayında olmuştur. Sufiler bununla da yetinmemiş, onu sultan Tomanbay’a şikâyet etmişler, öldürtmeye teşvik etmişler ve sürgün ettirmişlerdir.[26]



[1] Bkz. Molla Cami; Nefahatu’l-Uns, Lamii Çelebi tercümesi (s.119)

[2] Bkz.: Abdulhakim Arvasi; Rabıta-i Şerife

[3] Bu konuların ilmî tenkidi için Sufiye Nasihat adlı kitabıma bakınız.

[4] Kutu’l-Kulub; (terc.:Muharrem Tan, İz yay., 2/60)

[5] El-İ’tisam (s.299-300)

[6] El-İ’tisam (s.309)

[7] El-İ’tisam (s.320)

[8] El-İ’tisam (s.329)

[9] El-İ’tisam (s.334)

[10] El-İ’tisam (s.348)

[11] El-İ’tisam (s.349)

[12] Tedribu’r-Ravi (1/283)

[13] Tedribu’r-Ravi (1/283)

[14] Zehebi Siyeru A’lamin-Nubela (15/410)

[15] Sahih maktu. Ed-Duâfâ ve Ecvibeti Ebî Zur’atu’r-Râzî Alâ Suâlâti’l-Berzaî (2/561) Hatib el-Bagdadi, Tarih (8/215); Tehzibu’t-Tehzib (2/117); Mîzânu’l-İtidal (2/165); İbn Cevzî, Telbîsu İblis (s.150).

[16] Sahih maktu. İbn Batta el-İbane (483)

[17] Sahih maktu. Ebu Bekr el-Hallal, el-Has Ale’t-Ticare (93)

[18] İbn Hibban es-Sikat (8/269)

[19] Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (9/142) Beyhaki Menakıbu’ş-Şafii (2/207)

[20] Ebu Nuaym Hilye (9/137)

[21] Sahih maktu. Ebu Bekr el-Hallal, el-Has Ale’t-Ticare (94)

[22] Dört Kutubun Gizemli Dünyası, Ocak Yayınları (s.12)

[23] A.g.e (s.15)

[24] Şa’rani Zeylu’t-Tabakati’l-Kubra (el yazma v.24)

[25] İbn Iyas Bedaiu’z-Zuhur (2/339)

[26] Bizden Olmayanlar (828-833) Te’lif: Ebû Muâz Seyfullah el-Çubukâbâdî