Bilimi ve Aklı Öne Sürerek Hadisi Tasdik Etmeyenler
Aişe
radıyallahu anha’dan:
“Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem Mescidu’l-Aksa’ya gece yürütüldüğü zaman insanlar
bu konuda konuşmaya başladılar. İman edip tasdik eden bazı insanlar irtidad
ettiler. Bu haberle Ebu Bekr radıyallahu anh’e koştular. Dediler ki:
“Arkadaşının ne iddia ettiğini duydun
mu? Bu gece Beytu’l-Makdise yürütüldüğünü iddia ediyor!” Ebu Bekr radıyallahu
anh dedi ki:
“Öyle mi diyor?” Onlar da: “Evet” dediler. Ebu
Bekr radıyallahu anh dedi ki:
“Eğer öyle diyorsa elbette doğrudur.” Dediler
ki: “Sen onun bu gece Beytu’l-Makdise gittiğini ve sabah olmadan önce döndüğünü
tasdik mi ediyorsun?” Ebu Bekr radıyallahu anh dedi ki:
“Evet. Muhakkak ki ben onu bundan uzak
meselelerde de tasdik ediyorum. Sabah akşam ona semanın haberinin geldiğini
tasdik etmemde bundandır.” Bunun üzerine Ebu
Bekr es-Sıddık diye isimlendirildi.”[1]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gece Beytu’l-Makdis’e yürütüldü. Sonra o
gece geri geldi. Bu yolculuğunu ve Beytu’l-Makdisin özelliklerini anlattı. Bazı
insanlar: “Biz Muhammed’i tasdik etmeyiz” dediler ve kâfirler olarak irtidat
ettiler. Allah Ebu Cehil ile beraber onların boyunlarını vurdu. “[2]
Bu iki sahih rivayet gösteriyor ki,
o dönemde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir gecede
Mescidu’l-Aksa’ya götürüldüğü, sonra semalara çıkarıldığını haber veren
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdiklemeyenler, dönemin bilimsel
verileri ve aklın gereklerine aykırı buldukları için irtidat ederek kâfir
oldular!
Allah Azze ve Celle rasulüne şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki biz sana
kitabı hak ile indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde
hükmedesin. Hainlerin savunucusu olma!” (Nisa 105)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem, Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmiştir ve
‘Onun bütün sünnetleri, Allah’ın O’na gösterdiği şekildir.
Rasule iman, onun verdiği gayb
haberlerine, sünnetlerine teslim olup tasdik etmekle, sünnetine ittiba etmekle
olur, şu hâin nefislerinizin ve akılcı bilimci geçinen hâinlerin savunucusu
olmaktan tevbe edin!
İşte bir örnek daha: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in azatlısı Ebu Ubeyd radiyallahu anh’den:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e
bir tencere yemek pişirmiştim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem koyunun
ön kolunu severdi. Ona ön kolu verdim. Sonra:
“Ön kolu bana ver” dedi. Ben de verdim. Sonra Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yine:
“Ön kolu bana ver” deyince Ben dedim ki: “Ey Allah’ın nebisi!
Koyunun kaç ön kolu var ki?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet sussaydın ben istedikçe ön
kolu vermeye devam edecektin.”[3]
Bilim, gözlemleyebildiğimiz evrenin
deneysel, mantıksal ve gözlemlere dayanarak açıklanabilmesidir. En önemli
sayılan bilim dallarından bazıları matematik, geometri, gök bilimi ve tıptır.
İnsanlığın tarihi düşünülecek
olursa şeytanın yoluna girmiş yapılar daima bu bilim dallarını kendilerine şiar
edinmişler, illüminati, masonluk vb. yapılar bu bilim dallarının simgelerini
sembol edinmişlerdir.
İslam Allah’tan rasulleri
vasıtasıyla gelen vahye teslimiyet dinidir. Bilim adına uydurulan bilim dini
ise vahye teslim olmamak için gerekçeler ve formüller uydurmayı gaye
edinmiştir.
Allah’ın rasul ve nebileri ise
insanlara bilimin metotlarıyla somut olarak kanıtlanamayan gaybî birtakım
şeylere iman davetiyle gelmişlerdir. Bu yüzden dinsiz filozoflar, nebileri
devre dışı bırakmak için: “Allah ile kul arasına kimse giremez” sözünü
uydurmuşlardır ki, bugün “Deizm” denilen sapkın ve yaygın küfrün temeli de bu
sözdür. Bu söz, Allah’a ibadette aracı edinmemek konusunda doğru bir söz olsa
da, dinsiz felsefecilerin kastettikleri bu mana değildi. Onlar, bu sözü nebilerin
tebliğ ettikleri vahyi devre dışı bırakmak için ilke edinmişlerdi.
İlk şirk ve küfür bilim ve mantık
öne sürülerek işlendi! İblis’e Âdem aleyhi's-selâm’a secde etmesi
emredildiğinde bunu bilimsel ve mantığa uygun bulmadı! Ona göre ateşten
yaratılan, topraktan yaratılandan üstün idi! Hatta nur hem ateşten hem de
topraktan üstün olmasına rağmen Meleklerin Âdem’e secde etmeleri ona göre daha
da mantık dışı olmalıydı! Allah Azze ve Celle buyurdu ki:
"Sana emrettiğim halde seni
secde etmekten alıkoyan nedir?” buyurduğu zaman, “Ben ondan daha üstünüm, çünkü
beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın” dedi” (A’raf 12)
“Hani biz meleklere: “Âdem’e
secde edin!” demiştik de hemen secde ettiler. İblis müstesna. Kaçındı,
kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara 34)
Âdem aleyhi's-selâm’ın iki oğlunun
kıssasında katil olan kardeş, kendince mantıklı bulduğu sebeplerle isyan etmedi
mi? Tapınmak için putlar edinme ihtiyacı “Allah’ı göremiyoruz, bu yüzden
Allah’a yakınlaşmak için O’nu temsil eden, görebildiğimiz bir varlığa ibadet
sunalım” düşüncesiyle ortaya çıkmıştır.
“O'nun dışında dostlar
edinenler: “Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz”
derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.”
(Zümer3)
Nuh aleyhi's-selâm kavmini tufana
karşı uyardığı zaman, insanlar bunu mantıklı ve bilimsel bulmadılar. "
Hatta gemi inşa etmeye başladığı zaman onu saçmalamakla ve deli olmakla
suçladılar. Çünkü onlara göre bu hiç bilimsel ve mantıki bir davranış değildi!
“Nuh’a vahyedildi: “Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası
asla iman etmeyecektir. O halde işlediklerine tasalanma. Gözümüzün önünde ve
vahyimizle gemiyi yap, Zulmedenler konusunda bana bir şey söyleme. Çünkü onlar
suda boğulacaklardır. Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her
uğradığında onunla alay ediyordu. Dedi ki: “Eğer bizimle alay ederseniz, alay
ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz” dedi. “Artık kendisini rezil
edecek azabın kime gelip çatacağını ve kalıcı azabın da kimin başına ineceğini
yakında bileceksiniz.” Nihayet emrimiz gelip de tandır feveran ettiğinde dedik
ki: “Her birinden iki çift ve aleyhinde söz geçmiş olanlar hariç aileni ve iman
edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte ancak çok az kimse iman etmişti.”
(Hud 36-40)
İbrahim aleyhi's-selâm, gök cisimlerinin ve varlıkların bizzat tesir edici
olduğuna inanan bir kavme tebliğde bulunmuştu. O zamanın insanlarının çoğunluğu
da görüp şahit oldukları şeyleri bilimsel bularak İbrahim aleyhi's-selâm’a ve
davetine karşı çıktılar. Allah Azze ve Celle ateşin bizzat yakıcı olmadığını
İbrahim aleyhi's-selâm için gösterdi.
Musa aleyhi's-selâm sihiri bilimsel dayanak edinmiş bir kavme tebliğde
bulundu, Allah Azze ve Celle onun elinde sihirbazların düzenini yıktı.
İsa aleyhi's-selâm tıbbı put edinmiş bir kavme tebliğde bulundu. Allah
Azze ve Celle onun elinde tıbbın çare bulamadığı abraşlara, körlere şifa verdi,
onun eliyle ölüleri diriltti. Bilimselliği öne sürenlere karşı hiç de bilimsel
olmayan mucizeler zuhur etti.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bir gece Mekke’den Mescidu’l-Aksa’ya
götürüldüğünü (isra), sonra semâlara çıkarıldığını (mi’rac) anlatttığında bunu
hiç de bilimsel ve mantıki bulmayan müşrikler alay etmişler, imanı zayıf
kimseler de dinden dönmüşlerdi!
Sonra bilim felsefecileri İslam’ın yükselen ihtişamı karşısında
kendilerini Müslüman kimliğiyle tanımlayarak felsefelerine devam ettiler.
Cehmîler, Kur’ân ve sünnette bildirilen Allah’ın sıfatlarını kabullenemediler
ve inkâr ettiler! Allah’ın semada arşının üzerinde oluşunu inkâr ettiler,
kelamını, konuşmasını inkâr ettiler ve diğer birçok sıfatlarını inkâr ettiler.
Onlardan etkilenen Mu’tezile, Eşariler ve Maturidiler de “tevil” bahanesiyle
bu sıfatların hakikatlerinin içini boşalttılar. Sıfatları lafız olarak kabul
etmiş görünseler de mana olarak kendilerince daha bilimsel olan tahrifler
yaptılar. Çünkü onlara göre ashab ve tabiinden selefin bu sıfatlara teslim
oluşları bilimsel değildi(!)
Ebu Hanife’nin öğrencilerinden Bişr el-Merisi’nin elebaşı olduğu
“Kur’ân’ın mahlûk olduğu” iddiası da Merisi’nin hocasından devraldığı aynı
sapık bilim felsefesinin ürünüdür. Zira Kur’ân’ın mahlûk olduğunu iddia etmek
demek, Kur’ânın hem lafız hem de mana olarak Allah’ın sözleri olduğunu inkâr
etmek demektir ve bunun manası şudur: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kendi
asrında bir anlayışla ilahi emirleri uygulamışsa da, farklı zamanlarda ve
farklı mekânlarda daha farklı şekillerde anlaşılıp yorumlanması mümkündür(!)
Hâlbuki bu düşünce küfrün ta kendisidir, Allah’ın emir ve yasaklarını
devre dışı bırakıp onun yerine beşer mahsulü yeni hükümler ve dinler
uydurabilmenin ta kendisidir! Bugün yeryüzünde Allah’ın indirdiklerinden
başkasıyla hükmedilmesine bu düşünce dayanak olmamış mıdır?
Cumhuriyet ve Demokrasi gibi son derece sapıkça yönetim şekilleri
uygulanarak insanlık sefalet ve rezalet içinde yaşamamışlar mıdır? Lut
aleyhi's-selâm’ın kavminin çoğunluğu (cumhuriyeti) cinsel sapkınlıkları
mantıklı bulmuşlardı, Şuayb aleyhi's-selâm’ın kavminin çoğunluğu (cumhuriyeti)
ahlaksızlıkları, hukuksuzlukları, hileciliği mantıklı buluyor, kendilerine
uymayanları kınıyor ve cezalandırıyorlardı. Kokuşmuş cahiliye hükmünü
isteyenler!
Allah’ın rasul ve nebilerinin kavimleriyle yaşadıklarını ibret gözüyle
tefekkür edenler çok daha fazlasını bulurlar.
Tarih boyunca her türlü sapıklığın
arkasında iblis ve avenesi vardır ve her dönemde benzer malzemeleri kullanarak
insanları saptırmaktadırlar. Yeryüzünde aslen iki din vardır: İslam ve
Satanizm. Satanizm şeytana kulluk etmektir. İblis ve şeytanları her dönemde
batıl dinler uydurmuş ve hak dinleri de tahrif etmişlerdir. Dolayısıyla
paganizm ve uzantısı bâtıl dinlerin yanısıra, hak dinlerin şemsiyesi altında
tahriflerle dindenmiş gibi gösterdiği; determinizm, fundamentalizm, pragmatizm,
spiritüalizm ve buna benzer felsefeleri de dinlerin mensuplarına sureti haktan
göstererek sokuşturmuştur. Kaderiyye, Cebriye, Mürcie, Haricilik, Rafizilik,
Mu’tezile, Cehmilik, Sufilik, Mücessime, Eşarilik, Maturidilik, Mufevvida gibi
İslam ehli arasında boy gösteren bütün sapmalar da İblisin ve avanesinin
müdahaleleri ile “bilimsel ve mantıklı” görülen felsefelerin sonucunda ortaya
çıkmışlardır.
Son günlerde bilimi put edinenler, tıp dalında şeytanın saptırmalarıyla
yol almaktadırlar. Kanser, diyabet, kızamık, dizanteri, hepatit, kovit gibi
birçok uydurma hastalıklarla şeytan insanları korkutmakta, şeytana râm olmuş
doktorların dili üzerinden insanların nazarında var-lıkların (virüslerin,
zehirlerin, ilaçların vb.) bizzat tesir edici olduğu inancı empoze edilmekte,
hastalıkları ve şifayı yaratanın Allah olduğu hakikati alabildiğine gizlenmekte
ve böyle bir inanç “bilim dışı” olarak lanse edilmektedir! Nitekim bütün hadis
kitaplarında geçen “Hastalık bulaşması yoktur” mütevatir hadisine rağmen
insanlar virüs diye bir şeyin varlığına ve hastalıkların bulaştığına
inandırılmış, Allah’ın cümle mahlûkat üzerindeki tasarrufuna olan inanç
geçersiz kılınmış, Allah’ın dışında korkulan ve kendisinden şifa umulan
varlıklar icad edilmiş, bu batıl ve şirk inanışlar doğrultusunda insanlar
cemaatle namazları, haccı, umreyi yasaklamış, yüzlerine iblise kulluğun
nişanesi olan maskeler takılmıştır.
İblis’in son hamlesi Deccal’in yanında da bilimsel malzemeler olacak! Güya
bilim Deccal’in yanında olacak! Çoğunluk ve cumhuriyetler Deccalin ordusu
olacak.
Lakin iman edenler bilirler ki nice azınlıklar Allah’ın izni ve
yardımıyla kahir ekseriyetlere gâlip gelmiştir ve öyle de olacaktır.
Çünkü iman edenler yalnız gözleriyle görüp kulaklarıyla işittiklerine
değil, Rahman’dan gelen gaybe de iman edenlerdir.
İbrahim aleyhi's-selâm’a ateşi serin ve selamet kılan, denizi Musa
aleyhi's-selâm’a yarıp Firavunu boğan, tabiplerin aciz kaldıkları Eyyub
aleyhi's-selâm’a şifa veren, Yusuf aleyhi's-selâm’ı zindandan kurtarıp Mısır’a
sultan yapan, Suleyman aleyhi's-selâm’a mahlûkatı musahhar kılan, Mekke’de
zillet içinde ezilen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i âlemlere üstün
kılan Allah’a iman edenlerdir.
Her şeyden mühimi, dünyanın fani olduğuna, cennet ve cehennemin bâki
olduğuna iman edenlerdir.[4]
Kâfirlerin Bilimden Nasipleri
Modern çağ
dedikleri sapma asrında Avrupa’lılar iki ilimde ilerlediler. Birincisi:
Kozmolojik Teoriler İlmi, İkincisi: Dünyevî ilimlerdir.
Kozmolojik
teorilere gelince, din, akıl, his ve şahit olunan hadiseler bunların batıl olduğuna
delalet etmektedir. Bu teorilerin çoğundan birçok kâfir dönüş yapmıştır. Yine
bu teorilerin, bu konudaki muteber usul ve kaidelere muhalif olması da batıl
oluşlarını göstermektedir.
Dünyevi ilimlere
gelince, bu Kur’ân’da bahsedilen bir ilimdir. Allah Teâlâ kâfirler hakkında
haber vererek şöyle buyuruyor:
“Onlar; dünya
hayatının görünen yüzünü bilirler; âhiretten ise, gafildirler” (Rûm 7)
Önceki ve sonraki
kâfirlerin ilimden nasibi bundan ibarettir. Allah Teâlâ geçmişteki kâfirleri de
şöyle haber veriyor:
“Rasulleri, kendilerine
apaçık deliller getirince, yanlarında bulunan (ve yanlış zan ve şüpheden ibaret
olan) ilim yüzünden şımarmışlar, fakat alaya aldıkları şey, kendilerini çepeçevre
kuşatıvermişti.” (Mumin/Gafir 83)
Kâfirlerin dünya
ilimlerine genişçe dalmalarını kimse inkâr etmez. Bunda genellikle dünya hayatını
kemale erdirmek hâkimdir. Bu aynı zamanda ulaşım, elektrik, tıp, hesap, hendese
ve benzeri ilimlerle hayatın gelişmesinin vesilelerindendir. Ancak kâfirlerin dünyevi
ilimlerde ilerlemiş olmaları onları körü körüne taklid etmeyi gerektirmez.
Ayetin açık
ifadesiyle belirtilmiştir ki, kâfirler dünya hayatının ancak görünen yüzünü
bilirler. Bizim için gayb olan konuları bilmeleri mümkün değildir. Kâfir
felsefeciler yerlerin ve göklerin yaratılışı ve kâinat ile ilgili teorilerinin çoğunda
gaybe taş atmışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin
yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.” (Kehf 51)
Vahyin
bildirdiklerinde hata söz konusu olamaz. Lakin dünyevi ilimlere dair teorilerde
insanlar eskiden beri birçok hatalara düşmüşlerdir. Şu halde, dünya ilimlerinde
ilerlemiş olan kafirlerin, vahyin bize bildirdiği hakikatlere aykırı olarak
ortaya attıkları iddialar nasıl kabullenilebilir?!
Kâfirlerin
bilimsel(!) teorileri ne bir mucize, ne de keramettir. Ancak bunlar Allah’tan kâfirlere
birer istidraçtır. İstidraç: derece derece sapması için kula imkân
verilmesidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ayetlerimizi
yalanlayanlar ise, onları, anlayamayacakları bir şekilde, derece derece helake
terk edeceğiz.” (A’raf 182)
“Yapılan
ihtarları unutunca, her şeyin kapılarını onlara açıvermiş, kendilerine
verilenlerle sevince gark oldukları bir sırada da ansızın onları yakalayıvermiştik;
onlar ise, bütün ümitlerini yitirmişlerdi.” (En’am 44)
Ukbe b. Amir radıyallahu
anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın bir kula isyanına rağmen istediği şeyleri verdiğini görürsen bil
ki bu ancak bir istidraçtır.”[5]
[1] Sahih. Hâkim
(3/65, 81) Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (2/360) el-Elbani es-Sahiha (306)
[2] Sahih. Nesâî
Sunenu’l-Kubra (11383) Ahmed (1/374) Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (12/286) Ebu Ya’la
(5/108) Taberî Tehzibu’l-Asar (17) İbn Kesir Tefsir (5/26) Abdulgani el-Makdisi
Ahbaru’d-Deccal (64) el-Elbani el-İsra ve’l-Mi’rac (s.76)
[3] Muslim'in şartına göre sahih.
Tirmizî Şemail (169) Dârimî (44) Ahmed (3/485) Taberânî (22/335) İbn Ebi Asım
el-Ahad ve’l-Mesani (472) Da’lec es-Secezi el-Munteka Mine’l-Mukillin (4) İbnu’l-Esir
Usdu’l-Gabe (6/200) İbn Asa-kir Tarih (4/295) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (34/53)
[4] EL-BURHAN Sünnete Kefil Olan Kur’an (sy 256-263)
[5] Hasen. Ahmed (4/145)
Taberânî (17/331) İbn Ebi’d-Dunya eş-Şukr (32) Kasım b. Kutlubuga Musnedu Ukbe
b. Amir (67) İbn Sem’un Emali (313) el-Elbani es-Sahiha (413) EL-BURHAN
Sünnete Kefil Olan Kur’an (sy 263-256)