Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”

Öne çıkan

Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?

Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?

1 Haziran 2018 Cuma

Şeyh Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî'den İhvanu’l-Muflisin’in Fikir Adamlarının Çarpık Görüşlerine Reddiye -1-

    İhvanu’l-Muflisin’in Fikir Adamlarının Çarpık Görüşleri -1-

1- İhvanu’l-Muslimin’n Kurucusu Hasen el-Benna:

a- Hasen el-Benna rahimehullah Hassafiye tarikatine bağlı bir sufi idi. O tarikatin ayinlerine ve virdlerine devam ederdi.

b- Şöyle derdi: “Toplanma günlerinin çoğunda evliyadan birine yolculuk yapmayı öneririz.”[1]

c- Şöyle derdi: “Bizim adetimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mevlidini hatırlamak için Rebiu’l-Evvel ayının ilk gecesinden on ikinci gecesine toplantıdan sonra tören alayını takip etmek, tam bir sevinç içinde mutad kasideleri okumaktır.”[2]

Hasen el-Benna’nın tekrarladığını zikrettiği kasidede şu beyit de vardır:

“İşte Habib! Ashabı da geldiler, herkesten de daha önce geçenleri affetti”[3]

Şüphesiz bu sayılanlar bid’at kapsamındadır. Zikredilen beyit ise şirk bir sözdür. Herkesin gelmiş geçmiş günahlarını affedip bağışlayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, Allah Teâlâ’nın şu ayeti nerede kalıyor?!:

“Günahları Allah’tan başka bağışlayacak olan kimdir?” (Al-i İmran 135)

Şüphesiz yukarıdaki beyitte geçen sözler nübüvvet makamına karşı bir aşırılık ve rububiyet makamına karşı bir düşmanlıktır.

d- Hasen el-Benna şöyle derdi: “Bizim Yahudilerle husumetimiz dinî değildir.”[4]

Bu sözler Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin esaslarından biri olan el-Vela ve’l-Bera’yı yıkmak demektir. Yine vela ve berayı gerçekleştirmemek de bid’at kapsamındadır ve bid’atin sonucudur. Hasen el-Benna davetinin esasını; mezhepleri, akideleri, milletleri farklı da olsa insanları şu kaide etrafında bir araya toplamak ve onlara liderlik yapmak üzerine kurmuştur: “İttifak ettiğimiz konularda yardımlaşırız, ihtilaf ettiğimiz konularda da birbirimizi mazur görürüz.”

Şu an İhvanu’l-Muslimin’in davetinden etkilenen bazı kimseler de bu sloganı tekrar etmektedirler! Onların sözleri şudur: “Biz görüşleri değil, safları birleştirmek istiyoruz!”[5]

Hasen el-Benna ve takipçileri bu kaideyi, İslam imamlarının sakındırdıkları sapık fırkaların menheclerini de kuşatacak şekilde geniş tutmuşlardır. Hatta onların bazı komitelerine Hristiyanlar da katılmışlardır.

Dr. Abdulfettah Mahmud şöyle demiştir: “İhvanu’l-Muslimun’un taassup göstermediklerini ortaya koyan şeylerden birisi, 1948 yılında kurulan İhvanu’l-Muslimin’e bağlı siyasi komisyon üyeliğine iki Hristiyanın da girmesidir. Bu iki Hristiyan: Vuheyb Dus ve Ahnuh Luveys Ahnuh’tur.”[6]

Hasen el-Benna, Şia ile Ehl-i Sünnet arasında yakınlaşma heyetinde üye idi. Şeyh Muhibbuddin el-Hatib bunun bir tuzak olduğunu açıklayarak müslümanları bu fikirden sakındırmıştır.

İhvanu’l-Muslimin’in bu sloganik kaidesi, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, Allah için yakınlık göstermek (velâ) ve Allah için uzaklaşmak (berâ) esasına aykırıdır. Sapıklık ehlinin, Ehli Sünnet ve’l-Cemaate muhalefetleri mazur görülemez.

Birisi çıkıp: “Hasen el-Benna ve İhvan’ın bu kaidedeki maksadı usuldeki ihtilaf değil, furûdaki ihtilaflardır” diyebilir. Cevap: Onlar eserlerinde böyle bir kayıt koymadıkları gibi, uygulamaları ve açıklamaları da böyle bir kayıt koşmadıklarına, daha önce geçtiği gibi akide hususunda dahi muhalefet edeni mazur gördüklerine delalet etmektedir.

e- Hasen el-Benna, biat rükünleri arasında şu kararı zikreder: “İzafi ve Terkî bidatler fıkhi ihtilaflardır. Herkesin bu konuda farklı görüşü olabilir.”[7]

Hâlbuki bu söz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Her bid’at sapıklıktır”[8] hadisine aykırıdır.

f- Hasen el-Benna, İhvanu’l-Muslimin’in davetini şöyle açıklıyor: “Bu, selefî bir davet, sünnî bir yol, sufî bir hakikat, siyasi bir görünüş, sporcu bir topluluk, dünyayla kültürel bir bağlantı, ekonomik bir ortaklık ve toplu fikirdir.”[9]

Burada akide (inanç) ve menhec (uygulama) olarak ihtilaflarına rağmen büyük sayıda takipçiyi toplamayı amaçlamakta ve bunu düzgün bir metod zannetmektedir.  Böyle bir metot, akide esaslarından ve dinin kurallarından tavizler vermeyi gerektirir. Halbuki davetin kuvvet ve selameti, takipçilerinin çokluğuna değil, akidesinin doğruluğu ve menhecinin düzgünlüğüne bağlıdır. Sahih akideye muhalefetler bulunmasına rağmen safları birleştirmenin ve bir araya gelmenin hiçbir faydası yoktur.

g- Hasen el-Benna Allah’ın isimleri ve sıfatları konusunda çok büyük hatalara düşmüştür. Mesela demiştir ki: “Kur’ânu’l-Kerim’de bazı ayetler ve tertemiz sünnette bazı hadisler gelmiştir ki bunların zahiri Allah Tebarek ve Teâlâ’nın bazı sıfatlarında mahlûkuna benzediğini görstermektedir. Örnek olarak bunların bazısını zikredeceğiz…”[10] Sonra zannına göre bazı örnekler zikreder.
Zahirinde Hak Teâlâ’nın mahlûkuna benzediğini gösteren ayetlerin ve hadislerin olduğu düşünülebilir mi?

Böyle bir kuruntunun Kur’ân ve sünnete nispet edilmesi tehlikeli konulara götürür. Zira bu iddia, Kur’ân’ın küfre düşürebilecek zahiri olduğunu düşündürür. Çünkü Allah Teâlâ’yı mahlûkuna benzetmek küfürdür. Bu düşüncenin sebebi, Kur’ân’daki muhkem ve muteşabih meselesinin karıştırılmasıdır. Sıfatlar konusu ise müteşabih değildir!

Hasen el-Benna, Selef hakkında şöyle diyor: “Selefe gelince, onlar dediler ki: “Biz bu ayet ve hadislere geldiği gibi iman ederiz. Allah Tebarek ve Teâlâ’nın bunlarla ne kastettiğini açıklamayı bırakırız.” Onlar el, göz, gözler, istiva, gülmek, taaccüp… gibi sıfatları ispat ederler. Bütün bunlar anlayamayacağımız bir mekândır. Onun ilmini ihata Allah Tebarek ve Teâlâ’ya bırakılır. Nitekim biz bundan yasaklandık.”[11]

Bundan sonra da şöyle diyor: “Halef (sonrakiler) ise şöyle dediler: “Biz ayetler ve hadislerdeki lafızların manalarını kesinlikle zahirlerine göre almayız. Bunlar mecazlardır, tevil edilmesine (yorumlanmasına) bir engel yoktur.” Böylece teşbihten (Allah’ı mahlûkuna benzetmekten) kaçınmak için vech (yüz) kelimesini zat olarak, el kelimesini kudret olarak vb. yorumladılar.”[12]

Sonrakilerin yorumlarına dair sözler zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Mesele araştırılırsa iki metot arasındaki ihtilafın mesafesinin önem taşımadığı anlaşılır. Keşke her biri aşırılığı terk etse. Bu gibi meselelerde söz ne kadar uzarsa uzasın, tek sonuca çıkar ki, o da meseleyi Allah Tebarek ve Teâlâ’ya (tefviz) bırakmaktır.”[13]

Sonra sözü şöyle tamamlıyor: “Selef ve halef (öncekiler ve sonrakiler) bunlarda zahirinin kastedilmediği ve te’vil edileceğinde ittifak etmişlerdir…”[14]

Burada açıkça selefin akidesine muhalefet vardır ve selefin akidesi hakkında hatalı açıklamalardır. Diyor ki: “Selef dediler ki: Biz bu ayetlere geldiği gibi iman ederiz…” Bu sözün selefe nispete sahih olmadığı gibi, akideleriyle de örtüşmemektedir. Selefin yolu, kitapta gelen herşeyin zahirine göre iman etmeleridir. Selefin: “Geldiği gibi kabul edin” şeklindeki sözleri ile kastedilen; zahirinden çıkaran veya manasını iptal eden bir yorumda bulunmaksızın kabul edin demektir.

Selefin akidesi olarak naklettiği şey ise; Mufevvida fırkasının görüşüdür. Onlar sıfat naslarının manalarını Allah’a havale ederler. Bu ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının bu sıfatların manalarını bilmediğini iddia etmek demektir. Hâlbuki selefin menheci, Allah’ın kendisi için ispat ettiği sıfatları ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah hakkında ispat ettiği sıfatları ispat etmek ve bunların keyfiyetlerini (nasıl olduklarının bilgisini) Allah’a havale etmektir.[15]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının bu nasların manalarını bilmediğini kabul etmek ise bu dine bir hakarettir! Bu yüzden selef âlimleri Tefviz ehline daha şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlar ve iddialarını iptal etmişlerdir.[16]

Hasen el-Benna’nın selefin mezhebi hakkında düşündüğü ve zannettiği şeyler doğru değildir. Anlattığı şey ancak Mufevvida mezhebidir. Hasen el-Benna selefin, sıfat ayetlerine geldiği gibi iman ettiklerini nispet ediyor, sonra dönüp diyor ki: “Onlar bunlarla kastedilenleri Allah’a bırakmışlardır.” Böylece çelişkiye düşüyor! Sonra selefin Allah’tan ve rasulünden gelenleri ispatı içeren mezhebi ile halefin tevile dayalı mezhebini eşitlemeye kalkışıyor! Şüphesiz bu, tahriftir, sahih manaları iptal etmektir! Allah yardımcımız olsun. Geçen hususlar sünnete muhalefettir!

Sünnete akidede bu şekilde muhalefet eden bir kimse “imam” diye nitelenip ona uyulabilir mi? Hasen el-Benna’ya imam diyen biri ancak cahil veya hevâ sahibi bir kimsedir!

- Yazı inşaallah devam edecek -



[1] Bkz.: Muzekkiratu’d-Da’ve ve’d-Duat (s.22-23)
[2] Muzekkiratu’d-Da’ve (s.25-26)
[3] Öğrencilerinin Kalemlerinden Hasen el-Benna adlı kitap (s.71-72)
[4] El-İhvanu’l-Muslimun Ahdasu San’ate’t-Tarih (1/409)
[5] Bu sözü Selman el-Avde, Aiz el-Karnî gibi sapık bid’atçiler birçok makalelerinde söylemişlerdir.
[6] Tasavvuru’l-İhvanu’l-Muslimin LilKadiyyeti’l-Filistiniyye (s.23)
[7] Hasen el-Benna Mecmuatu’r-Resail (s.358)
[8] Sahih. Muslim (867) Ahmed (4/126) Ebû Dâvûd (4607) Nesâî (1578) İbn Mâce (42, 45, 46) Dârimî (96, 212) Hâkim (1/174) İbn Hibbân (1/178) Bezzar (10/137) Taberânî (18/245) Ebû Ya'lâ (4/85, 90) Beyhakî (10/114)
[9] Hasen el-Benna Mecmuatu’r-Resail (s.122)
[10] Mecmuatu’r-Resail (s.408)
[11] Mecmuatu’r-Resail (s.414)
[12] Mecmuatu’r-Resail (s.414)
[13] Mecmuatu’r-Resail (s.416)
[14] Mecmuatu’r-Resail (s.417)
[15] Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (6/256)
[16] Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (6/34-35)